top of page

Alıntı

  • Yazarın fotoğrafı: rizakati
    rizakati
  • 10 Mar 2021
  • 3 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 17 Mar 2021



ree

Buyurun Refik Halid Sofrasına!


Refik Halid Karay'ı okumadan Türkçenin tadına varmak, arı duru ama bir o kadar da rayihalı şakır şakır bir dille yazabilmek güç görünür bana. Bir dil neşvesi, bir yazma iştiyakı, alelade yazıyı sanata çevirme mahareti onda görülebilir

Üç Nesil Üç Hayat

Bu yeniden yayımlanış vesilesiyle okuduğum Üç Nesil Üç Hayat kitabında yukarıda söylemeye çalıştığım Refik Halid yazı ustalığının bütün özelliklerini görebildim. Yazar, Abdülaziz, II. Abdülhamid ve 1940'lı yılların hemen başındaki İstanbul yaşantılarını, dönemin bir çeşit hayat safhalarını, yirmi üç başlık altında anlatır. Üç dönemin doğum, çocukluk, okul, memuriyet, aşk-alaka, düğün, hamam, yemek sofrası, tedavi, makyaj, giyim-kuşam, gezintiler, gece ve sokak, yolculuk, gazete ve gazeteci, unuttuğumuz bazı eşya ve âdetler, eski ramazanlar ve oruç fıkraları, Türk yemekleri gibi önemli hayat safahatını, gündelik alışkanlıkları, yapıp etmeleri; "bakmak, baktığını görmek, gördüğünü zihninde saklamak, sakladığını da sırası gelince okutacak şekilde yazmak istidadı"nda olan bir yazarın kaleminden okuruz…

İtiraf edeyim ki, kitabın "yemek sofrası" bahsini adeta bir tutkuyla okudum. Refik Halid gibi bir "hazperest" olduğum için değil, bu hususta geride bıraktığımız güzelliklere hayıflandığımdan. Söz gelimi, Osmanlı sanatkârlığında önemli bir yer tutan tahta, şimşir, abanoz, kemik ve fildişinden yapılan mercanlı sedefli kaşıkların yok oluşuna; ya da besmelesiz yemeğe başlamayı, bittiği zaman da en hafifinden 'çok şükür, elhamdülillah' demeyi unutuşumuza yandığımdan. Ya şunlara ne demeli: "Mevlevi sofralarında biri su içerken öbürlerinin sahandan el çekip beklemeleri, yani fırsattan istifade bir kaşık fazla almış, hakka tecavüz etmiş olmamaları iktiza ederdi./ Ayıp değil, adeta günah sayılan bir nokta da şudur: Önünde ekmek parçası bırakmak!" (s. 75) Bugün (1940'lar ve şimdilerde), yemeğin evden elini eteğini çekmesi, birçok evde mutfak bacalarının tütmeyişi modern devrin en çirkin yüzü olmalıdır. Sokakta, alelacele ayaküstü bu karın doyuruş, hem sıhhat ve iktisat hem de aile terbiyesi bakımından zararlı bir durumdur. "Sofra başı aile fertlerini birbirine ilmikler; sıcak aşın dumanı, aradaki sevgi ve bağlılığı tazeleyen tılsımlı bir tütsüdür. Aile terbiyesinin içyüzü yemek masasının etrafında mahiyetini gösterir. /.../ Ev, yatak demektir; sofra da aile... Ancak kendi yatağında yatmak ve kendi yemeğini yemek kaidesine riayetle hakiki aile teessüs eder." (s. 81) Şunları da alıntılamazsam, yazarımızın meramı tam anlaşılmaz. "Mekteplerde çocuğa evde pişen ve ailece başına geçilip yenen yemeğin değerini telkin lazımdır./ Sokaklarda karın doyuranlar, başka memleketlerde yalnız yabancılar, bekârlar, züppeler ve sefa düşkünleridir." (s. 82)…

Yazarımız, pek mahir olduğu yemekleri anlatmadan geçmeyecektir. Ne var, o günkü günde artık unutulmuş gözüken, sofralardan çekilen bazı "öz Türk" yemeklerini anlatmaktadır: Tarhana çorbası, keşkek, mantı, kabuska, erişte. Balkabağı tatlısını; boza, pekmez, salep, tükenmez, nardenk, hardaliye gibi kış içkilerini de şöyle bir anacaktır. Bu harika anlatımların sonunda Refik Halid'in bayanlara ve beylere iddialı bir seslenişini duyarız: "Gato değil, krem ranverse değil, özenti bez çiçek değil tarhana, mantı, erişte yapan övünsün! Bunları yapabilenin kocası övünsün! Yiyebilenler övünsün!" …

Refik Halid, yaşantılarını, alışkanlıklarını söze kattığı son iki devri bizzat yaşamış, ilk dönemin ise bazı kalıntılarını görebilmiş, asıl şahitleriyle birlikte olmuştur. Bu yüzden, anlattıkları, bir nevi tarihe tanıklık edecek sosyal olaylar ve hayat parçalarıdır. Bu malzemeden çıkarılacak nice sonuçlar, bunlar üzerine yapılacak ne çeşit sosyal mülahazalar olabilir. Söz gelimi, Refik Halid'in Aziz devrine ait anlattığı kimi yaşama biçimlerinin, benim çocukluğumda Anadolu köylerinde hâlâ sürgit olduğunu söyleyebilirim. Mesela, korkutmanın, çocuk terbiyesinin temel taşı sayılması. Aziz devrindeki çocukların karşı karşıya kaldıkları korkutma figürlerinin çoğu, bizim de muhayyilemize kazınmıştı: sakallı cüceler, al karıları, peri kızları, cinler, kefeni sırtında ermişler... Bundan başka yer sofraları, bazı tedavi usulleri, kimi evlenmeler, yolculuklar, gece ve sokak vb. gibi bazı hayat sahnelerini 80'li yıllara kadar Anadolu köy ve kasabalarında sıklıkla görebilirdiniz. Şuraya varmak istiyorum, İstanbul özelinin dışına çıkarsak, toplum olarak 19. asrın sonundaki yaşama koşullarından ancak bir asır sonra kurtulabildik…

Refik Halid, kendi deyişiyle "kalemi eline alınca kelimeleri terbiyeli maymuna çeviren" yetenekli bir yazardır. Onlardan şaşırtıcı mealler ve ahenkli sesler duyurur bizlere. Tatlı benzetmeler yapar. Mesela yaz mevsimine denk gelen ramazanlardan bahsederken "dudaklarınızın susuzluktan böcek kabuğu gibi kaskatı kesildiği" benzetmesiyle, dilimizi damağımızı kurutur. Bu gerçekçi yazarın pek sahici ve canlı bir anlatımı vardır. Samimidir. Anlattıklarını okurken sanki bir eski zaman albümünü seyreder gibi oluruz…

TURAN KARATAŞ

www.yenisafak.com.tr/Kitap/

YAYIN TARİHİ: 18.07.2010





Yorumlar


© 2021 İstanbul - Türkiye

bottom of page