Anılarda derin insan sevgisi
- rizakati

- 30 Tem 2023
- 4 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 4 Nis
Edebiyat Sohbetleri:
Ölürse ten ölür, canlar ölesi değil (Haldun Taner)
Tanzer Güller anlatıyor:
Düşmanıyım asaletin kelimelerde bile (Nazım Hikmet).
Merhaba arkadaşlar, bugün Haldun Taner’in” “Ölürse ten ölür, canlar ölesi değil” adlı biyografi kitabıyla karşınızdayım. Yapı Kredi Yayınları tarafından yayınlanmış.

Önce Haldun Taner’i, bu mübarek adamı bir hatırlayalım. Haldun Taner genelde, Türk edebiyatında layık olduğu yeri bulamamış çok önemli bir edebiyatçımızdı. Daha ziyade tiyatroyla ilgilenenler tarafından tanınan, bilinen, sevilen bir isimdi. Hâlbuki edebiyatta, hikâyecilikte ödüller almış ve hikâyeciliğe damga vurmuş bir şahsiyetti. Ama onu tiyatroyla ilgilenenler ve sevenler bilirdi. Çünkü Türk tiyatrosunda emeği geçen, gelmiş geçmiş en önemli adamlardan bir tanesiydi. Her ne kadar Muhsin Ertuğrul’un modern Türk tiyatrosunun kurucusu olduğu söylenirse de Haldun Taner de gelişimine katkıda bulunan önemli bir tiyatro adamıydı. Türk tiyatrosuna kabare türünü getirmiş, Sıraselviler’de Zeki Alasya ve Metin Akpınar’la birlikte kurdukları Devekuşu Kabare Tiyatrosunda çok ünlü oyunlar oynanmış ve bu kulunuz da çocukken onları izleme şansını yakalamıştı. O oyunların hepsi efsane olmuştu. Daha sonra da kasete alınmış “Haneler” gibi oyunlar Türk tiyatrosunun kütüphanelerinde yerini almıştı. Çok ünlü oyunları var Türk tiyatrosunda; “Keşanlı Ali Destanı”, “Gözlerimi kaparım, vazifemi yaparım”, “Sersem kocanın kurnaz karısı” gibi. Haldun Taner’le ben tanışamadım ama bizzat yakından gördüm. Hiç olmazsa o mübarek adamın 5-6 metre mesafede, görüş sahasında bulunmuş ve onun beyefendiliğini, çelebiliğini hissetmiş biriyim. Son İstanbul beyefendilerinden birisiydi Haldun Taner. Başında beresi, yüzünde hiç eksik olmayan gülüşüyle hakikaten son İstanbul beyefendisiydi. Hani anlatırlar ya. Çok bilinen bir şeydir: Eskiden Şirketi Hayriye vapurları Beylerbeyinden bir türlü vaktinde kalkamazmış; gecikirmiş. Hep anlatılan anekdottur:
- “Önce siz buyurun beyefendi.
- Estağfurullah siz buyurun!
- İmkanı yok mirim. Vallahi geçmem.
-Türabınız olayım. Kerem edin.
– Affedin ama vallahi geçmem” şeklindeki o cümleleri söyleyen ender kişilerden birisi de mutlaka oydu.
Bu kitap bize Türk edebiyatında seçkin yeri olan, yanlış saymadıysam elli dört edebiyatçıyı ve iki de mekânı (biri Çiçek Pasajı hâlâ yaşıyor, öbürü Ankara gemisi ki tarihin tozlu sayfalarına karıştı) müthiş edebi lezzet ve tatta bize tanıtıyor. Öyle ki Yakup Kadri ile konuşurken sanki karşınızda o varmış gibi, Celal Sılay’la konuşurken Celal Sılay’la görüşüyormuşsunuz gibi... Halide Edip Adıvar’dan Haşim İşcan’a, İsmail Dümbüllü’den Sıddık Sami Onar’a, Eşref Şefik’ten Samet Ağaoğlu’na, Ahmet Rasim’e, Abdi İpekçi’ye kadar 54 tane edebiyata damga vurmuş veya Türk siyasi hayatında isim yapmış şahsiyetin biyografilerini hakikaten müthiş bir lezzetle size sunuyor. Dediğim gibi siz de o sofrada sanki onları karşınızda görüyor gibi oluyorsunuz.
Kitapta sürprizler de var. Mesela Türk edebiyatında pek tanınmayan ama çok iyi bir şair olan Celal Sılay’ın ilk şiirini burada görüyoruz. Celal Sılay’ın ilk şiiri, muhteşem bir şiir bana göre. Okumaya çalışayım size:

Zincirlerle çekiyor işçiler
Güneşi, yatağımın başına. Ben nasıl çıkarım bu kirli yüzle Güneşin karşısına?
Kuşlar başucuma toplanmış, Perdeleri açılıyor sabahın. Ben nasıl sokarım bu tembel vücudu, Bahçesine Allah'ın?
Yine kitapta başka bir sürpriz: Yakup Kadri kızgın bir anında bir gaf yapıyor; ona hayli pahalıya mal olmuş gaf. Üstat bin dokuz yüz otuzlarda devrin genç edipleriyle giriştiği polemikte, onları kısırlık, zayıflık, bücürlük ve soluksuzlukla suçlarken bütün bunlara neden olarak bu kuşağın saman ekmeği ile beslendiğini ileri sürmüş. Saman ekmeği kuşağı bunu cevapsız bırakır mı? Bakın kim cevapsız bırakmıyor? Ailesi bakımından francala kuşağına mensup olan ama gönlü bakımından saman ekmeği yiyenlerden yana olan Nazım Hikmet bakın ona nasıl cevap veriyor Yakup Kadri’ye ; (Bildiğiniz gibi Nazım Hikmet zengin mahalleden geliyor ama gönlü saman ekmeği yiyenlerden yana). Muhteşem bir cevap:
“Behey!
Kara boynuz gibi kaşlı
mukaddes Apis başlı
adam;
Behey!
Kara maça bey!
Sen şiirin asil kamusuyla konuşuyorsun,
ben asaletten anlamam.
Şapka çıkarmam konuştuğun dile,
düşmanıyım asaletin
kelimelerde bile.
Bu biyografi kitabı hakikaten portre edebiyatımızda bir doruk kitap. Bakın Konur Ertop kitabın arka kapağında kitaptan nasıl bahsediyor; ben de imzamı atıyorum: “Haldun Taner’in öykülerinde, oyunlarında gülmeceden, taşlamadan zekice yararlanan yazar kişiliği, bu sevgi dolu portrelerde anlattığı kişilerin açmazlarını, çelişkilerini, çocuk kalmış, çevreyle ve gerçeklerle uyuşamamış yönlerini de bıyık altından gülerek sergilemekte, eleştirmektedir. Bu kişilerin bıraktığı anılarda derin bir insan sevgisinin, sıcak dostlukların izleri vardır. Bu anılar kitabı, okur için öğreten, düşündüren bir kılavuz olacaktır.” Muhteşem! hakikaten öyle. Hürriyet’te yazılar yazan edebiyat eleştirmeni Doğan Hızlan da en son cümlede şöyle diyor.” Edebiyatımızın az kullanılır türünün yani biyografinin az bulunur ustalıkta ürünleri.” Hakikaten portre edebiyatında bir doruk kitap.
Bu kitabı okumazsanız çok şey kaybedersiniz. Şimdi benim de seyretmek şansına sahip olduğum ve sahnede Münir Özkul’un devleştiği “Sersem kocanın kurnaz karısı” oyunundaki Fasulyeciyan tiradıyla Haldun Taner’e bir Fatiha gönderiyorum. Allah rahmet eylesin. Mekânı cennet olsun. Tiyatromuzun bütün yazarlarının çizerlerinin, ustalarının, aktörlerinin mekanları cennet olsun!
Fasulyeciyan tiradı:

“Aktör dediğin nedir ki?
Oynarken varızdır; yok olunca da,
sesimiz bu boş kubbede bir hoş sada olarak kalır.
Sonra o da unutulur gider.
Olsa olsa eski program dergilerinde soluk birer hayal olur kalırız.
Görooorum hepiniz gardroba koşmaya hazırlanıyorsunuz.
Birazdan teatro bomboş kalacak.
Ama teatro işte o zaman yaşamaya başlar.
Çünkü eski bir aktörün bi şarkısı şu perdelerden birine takılı kalmıştır.
Benim bir tiradım şu pervaza sinmiştir.
Bir başka oyuncunun bir diyaloğu eski kostümlerin birinin yırtığına gizlenmiştir.
İşte bütün bu hatıralar, o sessizlikte saklandıkları yerlerden çıkıp, bir fısıltı halinde tekrar sahneye dökülürler...
Artık bizler yoğuz...
Seyircilerimiz de kalmadı...
Ama repliklerimiz fısıldaşır, dururlar sabaha kadar.
Gün ağarır, temizleyiciler gelir, replikler yerlerine kaçışır.
Perde.!”







Yorumlar