top of page

Geçmiş Zaman Olur ki...

  • Yazarın fotoğrafı: rizakati
    rizakati
  • 29 Oca 2023
  • 8 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 11 Haz 2023

AKSARAYLI ÜÇKARDEŞİN WHATSAPP SOHBETİNDEN NOSTALJİK ANILAR:

Rahmetli Feramuz emminin oradan (şirketten) ekmek yemişliği vardır.

ree

10.2.2019

KÜÇÜK KARDEŞ: Hadi bir soru da ben sorayım: Bizim ev Aksaray’da ilk elektrik bağlanan sayılı hanelerden biridir. Abone numaramızı hatırlayan var mı?

BÜYÜK KARDEŞ: Elektrik bağlanan ilk evlerden olduğunu biliyorum. Ama abone numarasını merak edip bakmadım şahsen.

ORTANCA KARDEŞ: 90 veya 190 lı bir rakam hatırlıyorum. Pekii Aksaray’ın Türkiye’de elektriğe kavuşan 4.üncü yer olduğunu ve sebebini kim bilir?

BÜYÜK KARDEŞ: 1920’li yıllarda TBMM’de Mustafa Kemal Atatürk bir konuşma yapar; konuşmasında ordunun savaştan çıktığını, ülkenin una ihtiyacı olduğunu anlatır. Dönemin milletvekili Aksaraylı Vehbi Çorakçı da kurulacak bir un fabrikasının orduya ve millete faydalı olacağını söyler. Bunun üzerine Atatürk, ‘Sizin bir isteğiniz var mı’ diye sorar. Vehbi Bey’de “Paşam, ‘Şehrimiz Aksaray’ın vilayet olmasını ve bir un fabrikası kurulmasını istiyoruz’, der. Atatürk Aksaray’ın vilayet olması ve bir un fabrikası kurulmasını için talimat verir. Vehbi Bey öncülüğünde Aksaray’da 250 bin liralık bir sermaye ile kurulan şirkete, “Azmi Milli” (milletin azmi) adı verilir. Faaliyete geçirilen un fabrikasına halk ŞİRKET der.

Fabrikanın bir özelliği de kendi enerjisini üreten ilk fabrika özelliğine sahip olması. Mamasun Boğazı’nda kurulan elektrik santrali ile elektriğini kendi üretiyor, fazla enerji Aksaray’ın aydınlatılmasında kullanılıyordu.

KÜÇÜK KARDEŞ: Biz şirketin önünden geçip dayımlara giderken siren sesini duyardık bazen. On Kasımlarda 9.05'de siren sesi bizim eve kadar ulaşırdı. Bir de bildiğim rahmetli Feramuz emminin oradan ekmek yediğidir.

BÜYÜK KARDEŞ: Siren sesi mesai saatlerinin bitiş anını bildirirdi zannımca. Feramuz emmi aldığı bir çuval işçi un istihkakını bazı aylar babama satardı. Şirketin beyaz ununun ayrı bir değeri vardı.

KÜÇÜK KARDEŞ: Bu arada ben kısaca sorumun cevabını vereyim: Bizim evin elektrik abone numarası, enamel kaplı gri, bir köşesi paslanmış metal bir etikette yazılı olarak sokak kapımızın üst sövesinde çakılı vaziyette arz-i endam ederdi “elk 96”

BÜYÜK KARDEŞ: Bak ben de onu unutmuşum. KÜÇÜK KARDEŞ, seninki de gerçekten elektronik hafıza. O metal etiketi ben de görmüşümdür mutlaka. Hem de binlerce defa gözüme çarpmıştır tabii ki. Sen yerini çok güzel tarif ettiğin halde etiketin yerini hayal meyal anımsıyorum.

ORTANCA KARDEŞ: Şirketin düdüğü öttüğünde, ilkinde saat 12; öğle paydosu, ikincisinde saat 1; tekrar işbaşı olduğunu anlardık. Bu arada mahalleden bir trajik ölüm de bannabinin vefatı idi.

BÜYÜK KARDEŞ: Bannabi kim laa?

ORTANCA KARDEŞ: Bannabi derdik Bayramali abiye; Bayramali Böge

BÜYÜK KARDEŞ: Offf. Allah gani gani rahmet etsin. Unutur muyum hiç. Her Yasin okuduğumda mutlaka ona da yollarım. Çok mübarek insandı. "İyiler çok yaşamazmış" sözünün doğrulamasını ben onda gördüm.

KÜÇÜK KARDEŞ: Bayramali’yi çok flu görüntülerle anımsıyorum. Ama bizim yaz odasının penceresinden cenazesinin kaldırıldığını, evde herkesin ağıt kıyamet dolaştığını bilirim. Bir de Hacer abamı ne zaman gördüysem hep oğlunu hatırlar gözlerine yaşlar dolar, burnunu silerdi

BÜYÜK KARDEŞ: Aksaray'da iki eczane bulunduğu zamanlara yetiştiyseniz bir şey soracam. Geçenlerde kafama takıldı. Eczanelerden sadece birinin ismini hatırlıyorum. Soru: Eczanelerin isimleri neydi? Sahipleri kimlerdi?

ORTANCA KARDEŞ: Ben bir eczane bilirim. Halk eczanesi. Sahibinin de ismi "Koparal Aras" idi ve ben onun Ermeni veya Rum olduğunu düşünürdüm nedense. Tabii alakası yok. Yokuşun başında idi.

KÜÇÜK KARDEŞ: Halk eczanesi tamam da ikincisi için bir tahminde bulunayım: Uluırmak eczanesi yerini bile tam hatırlamıyorum; ya tutarsa kabilinden attım.

BÜYÜK KARDEŞ: İsmini unuttuğum Halk eczanesi. Bizim mahalleden çarşıya çıkan yokuşun başındaki o olmalı. Sahibi Sait Amca'nın damadı Nusret Otyam idi. Öbürü Çarşıdan kurtuluşa giden yolun köşesindeki Kurtuluş Eczanesi idi. Sahibi Ruhi Çorakçı idi.

ORTANCA KARDEŞ: Evet şimdi yerine oturdu. Benim dediğim de aynı eczanenin ikinci sahibi olabilir.

BÜYÜK KARDEŞ: Nusret amca satmış demek sonradan. İstanbullu üç çelebi kardeşin en küçüğüydü. Gazeteci Fikret Otyam ile sinemacı Nedim Otyam'ın kardeşi olan Nusret amcanın efendiliği Aksaray standartlarının çok üstünde birisiydi. Babamızı da çok sever, sayardı.

KÜÇÜK KARDEŞ: Bizim eczaneyle fazla bir işimiz olmazdı. İki tane bile fazlaymış. Nane-limon, ebegümeci ne güne duruyorlardı.

ORTANCA KARDEŞ: Eczane bizim evimizde idi. Senin dediklerine ilave olarak, Aspirin Panaljin, Gripin evde eksik olmazdı. Senede bir defa da eczaneden “Helmicide” marka solucan ilacı alınırdı.

BÜYÜK KARDEŞ: Şehrin tek doktoru Doktor Ahmet (soyadı aklıma gelmiyor) bizim eve ilk defa Nebahat çok küçükken hastalandığı zaman gelmişti

ORTANCA KARDEŞ: İlk Doktor Ahmet Mutlu Aksaray'da ilk üç katlı apartmanı yaptırmıştı. Babamın da okul arkadaşıymış birlikte bisiklet turları yaparmış.

BÜYÜK KARDEŞ: Olabilir akranlardı çünkü.

ORTANCA KARDEŞ: Bizden ilk – belki de son - doktorun ayağına geldiği çocuk Nebahat idi. Babam da zaten ölecek ama sonradan içimden tutmasın diye Ahmed’i çağırdım derdi.

BÜYÜK KARDEŞ: Evet. Öldürmeyen Allah öldürmedi. Doktorbir de babamın belini üşütüp günlerce hasta yattığı zaman geldi.

KÜÇÜK KARDEŞ: Bu bizim Nebo bacının geçirdiği kanlı ishal mi? Babam su vermemenin yararlı olacağını düşünmüş ilkin.

BÜYÜK KARDEŞ: Evet. Çocuk ateşler içinde yanıyor. Babam suyu yasaklıyor. Çocuk yandıkça suu diyor. Annem rahmetli babamdan gizli azıcık damlatıyor dudağına. Doktor gelince kızıyor. Susuzluktan öldürecekmişsiniz diye.

ORTANCA KARDEŞ: Doktor Ahmet karnından koca bir ampulle iğne yapmıştı.

KÜÇÜK KARDEŞ: Ben bunlar olurken ya yoktum veya kundaktaydım. Söylediklerim duyduklarımdır .

ORTANCA KARDEŞ: Herhalde yani. Nebahat küçük çocuktu.

BÜYÜK KARDEŞ: Şaban Doktor Ahmed'i bilmez belki ama evini görmüştür. Üç katlı tek apartman oydu ve pek meşhur idi o zamanlar. Ama Doktor Kemal'i ikiniz de bilirsiniz.

ORTANCA KARDEŞ: Kuru Kemal'i kim bilmez ki Kemal Polat.

KÜÇÜK KARDEŞ: Bilmez miyiz? Sabahları 5 te gidilir vizite için kuyruk olunurdu.

BÜYÜK KARDEŞ: Evet. İlk ve tek Doktor Ahmet Mutlu ise de daha sonra çoğalan doktorlar içinde en ünlüsü Doktor Kemal idi. Sonraki doktorlar içinde dört isim say deseler sayamam. Kemal'den başka.

KÜÇÜK KARDEŞ: Kadınlar aralarında “Ah bacım ahhh, dohtur Kemal heysiyi biliyi hele bi git görün” derlerdi

BÜYÜK KARDEŞ: Biz de yengenizi götürmüştük ona, Aksaray'a bir geldiğimizde. Doktorun gerçekten işini ehli ve o yaşına rağmen tıbbi literatürü yakından izleyen biri olduğuna tanık olmuştum.

KÜÇÜK KARDEŞ: Seyfettin Çobankara’ yı hatırlayalım; Azmi Ünsal’ın eniştesiydi; tabelasını hatırlıyorum. "Dahiliye ve iç hastalıkları mütehassısı."

ORTANCA KARDEŞ: Arada bir de Raşit karabatak var; liseye giderken sol köşede idi. Kitapçılar ilk Hayrettin sonra Akbaş. Fotoğrafçı dayım. Daha sonra çırağı Kör Kadir. Esnaftan, Leblebici Mehmet Özmantar ismi kalmış bir de aklımda.

KÜÇÜK KARDEŞ: Deşelemeyin diyorum. Bunun sonu yok. Leblebici Memet’ten aldığımız “kırık leblebiler”i hatırlatıp beni gene nostaljinin derin kucağına atmayın.

BÜYÜK KARDEŞ: Gazeteci kimdi. Gazete bayii yani

ORTANCA KARDEŞ: Gazeteci dilimin ucunda ama çıkmadı.

BÜYÜK KARDEŞ: Süleyman senin zamanında var mıydı?

ORTANCA KARDEŞ: Evet. Süleyman.

ORTANCA KARDEŞ: Ziraat bankasının karşısında Nalbant’ın kahveye kimlerin gitmişliği var? İş bankasının bitişiği idi.

BÜYÜK KARDEŞ: Hangisi bilemedim. Ben Sadir’in kahvesini biliyorum.

ORTANCA KARDEŞ: Sadir’in kahvesine ihtiyarlar giderdi; orada oyun moyun olmazdı; bol bol sohbet.

KÜÇÜK KARDEŞ: Sadir’in kavesi babamın iş bağlantılarını yönettiği merkezdi; eve gelip babamı soranlara orayı adres verirdik. Hey gidi günler.

BÜYÜK KARDEŞ: Orası hocaların, hacıların, eşrafın kahvesiydi. Çayı güzeldi. Kahve sahibinin, yani Sadir’in anlattığı fıkralar bazen belden aşağı olsa da, kendine has davudi sesiyle anlatması hoşa giderdi. Hocalarla ilgili iğneleyici fıkraları vardı. Yetişkinliğim zamanında benim de gitmişliğim vardır.

ORTANCA KARDEŞ: Hey ki hey. Babam ve ekibi işe gitmeden önce orada buluşur, akşam demini de yine orada alırlar idi; Asım usta ve Çerkez İbraam ile.

KÜÇÜK KARDEŞ: Bir de Memedali usta hatırlıyorum ben.

BÜYÜK KARDEŞ: Çerkez Âmet, Eyüp usta

ORTANCA KARDEŞ: ORTANCA KARDEŞ Ali, Eyüp usta, Çerkez Ahmet eski ekipte imişler ben yetişemedim

BÜYÜK KARDEŞ: İhsan abiyi de unutmayalım eski marangozlardan.

KÜÇÜK KARDEŞ: Ihsan abim mi dedin? Ne gavimsak cana yakın adamdı.

BÜYÜK KARDEŞ: : ORTANCA KARDEŞ dayımız da eskiden marangozmuş.

ORTANCA KARDEŞ: Mesleği de oğullarına devretmiş.

BÜYÜK KARDEŞ: Orhan abi (rahmetli) dikiş tutturamadı marangozlukta.

ORTANCA KARDEŞ: O da çok kavımsak idi. Feramuz emminin evinde oturdular. Orhan abimin babamla çalışmışlığı da vardır, İstanbul’a gitmeden önce. Babası ve İhsan abiyle bozuşmuşlardı

BÜYÜK KARDEŞ: Ben hatırlamıyorum. Rahmetle anılmak ve dua istiyorlar demek hepsi. Hadi bir Fatiha okuyalım ruhlarına hediye.

KÜÇÜK KARDEŞ: Babamla çalışmayan mi var al sana Kuru Fatma’nın Hasan. Hasan Alamanya’ya gider; memlekete bi geldiğinde babama ve Asım ustaya kırmızı kollu bıçkı hediye getirir. İşimizi çok kolaylaştırmıştır Allah kendisinden razı olsun.

BÜYÜK KARDEŞ: Nalbant'ın kahvesini şimdi hatırladım. Arkada küçük bir bölmesi daha vardı. Liseden sonra orda arkadaşlarla çok tavla oynamışlığım vardır.

KÜÇÜK KARDEŞ: Nalband’ın kavesi aynı zamanda işçi pazarıydı ya orda ya da karşısında Nevşehir dolmuşlarının kalktığı alanda sabahları yevmiyeyi veren işçiyi kapar giderdi. (nam-i diğer amele pazarı)

BÜYÜK KARDEŞ: Size bir hikayecik anlatayım. Hayal edin: Evin büyük oğlu sıla ziyaretine gelmiştir. Kuşluk vakti baba evde yoktur. Ailenin kalanlarıyla hoşsohbet derken baba gelir. Daha merdiven önünde ayakkabı görünce heyecanlanır. Abim geldi haberiyle, sevindiğini fazla belli etmemeye çalışarak merdivenleri çıkar. Köşesine kurulur. “Hoş geldin” faslından sonra fazla oturmaz. Hemen kalkıp tekrar çarşının yolunu tutmak için. “Ben et alayım da akşama mantı yapın" der. Abinin de zaten evde fazla durmaya niyeti yoktur. Halasını ziyaret etmek ve daha çok da yâri vefakarı, kadim dostu, yoldaşı Zekai ağbisini görecektir.

KÜÇÜK KARDEŞ: Baba yüreği, baba cömertliği. babam sevgisini alenen değil endirekt yollardan gösterirdi. Eeee heyecanlandım. Araya laf sokuşturdum. Devam et.

BÜYÜK KARDEŞ: Halaya laf arasında "akşama mantı var" denir ve davet edilir. Babam akşamları ağır yemek yemezdi gece sıkıntı yapıyor diye. Ama mantıyı çok sevmesinden öte büyük oğluyla olmak için oturur sofraya. Hala da gelmiştir. Mantının lezzeti mi, sofra etrafındakilerden yayılan mutluluk havası mı daha tatlıdır, ayırt etmek güç.

Şimdi bir saplama yapayım. Küçük oğlum Alptekin ayda bir haber vererek gelir bize çocuklarıyla. Mustafa, çocuklarla daha seyrek gelmesine rağmen kendisi Cumartesi günü iş çıkışı veya pazar öğleden sonra aklına estiği zaman uğrar. Ben o günlerde öğleden sonra eve gelirken acaba Mustafa geldi mi diye heyecanlı bir merak duyarım. Ve daha oturduğum dairenin giriş kapısını açarken hemen ayakkabılığa bakarım. Onun ayakkabısını görürsem sevinirim. Yoksa üzülmesem de eseflenirim. Şimdi buradan hareketle: Babamın da her gün eve gelince hemen merdiven dibinde yabancı ayakkabı varlığını heyecanla gözlediğini tahmin ediyor ve hissiyatını anlıyorum. Nokta.

KÜÇÜK KARDEŞ: Gönül bağı kurulmaya görsün. ayakkabı veya bir paket cigara. Hangisi neye ulaştırıyor, önemli taraf bu. Babam askerlik yapıyordur. Memlekete izinli giden bir hemşerisiyle ebeme bir paket sigara gönderir. Ebem evlat hasretiyle tüttürüp bitirdiği cigaranın boş paketini yıllarca saklar.

BÜYÜK KARDEŞ: Seninki daha güzel oldu. Kısa ve özlü. Benim gibi lafı uzatmadın. Söz ustalığı Allah vergisi.

KÜÇÜK KARDEŞ: Estağfurullah üç aşağı beş yukarı ayni dili konuşuyor ve anlaşıyoruzdur. bütün mesele bu. Ben çocuklarımla böyle bir iletişimden yoksunum.

BÜYÜK KARDEŞ: Çağımızın sorunu bu. Aslında bütün kuşaklar arasında az-çok iletişim sorunu yaşanmış olsa da, bu son kuşağın (Z kuşağı deniyor) geçmişten kopukluğu, teknolojinin hızına bağlı olarak çok daha korkunç boyutlarda. Kıyamet alametlerinden biri de bu olmalı.

KÜÇÜK KARDEŞ: Evet Başka açıklama bulamıyorum ben. Bu arada deyimlerimiz geldi aklıma; bir tanesi: “Kader ne diyor, peder ne diyor” deyişidir. Benim yorumumla, takdiri ilahiye olan inancı esbabı da dışlamadan dile getiren bir deyiştir. İlk defa Ahmet abimden duydum. Kaynağı da Bitirim Erdal’dır. Kısa hikâyesi: Evlenirse akıllanır uslanır diye Erdal’a bir kız istenir; kızın babasından cevap beklenmektedir. Erdal bu aşamada söylemiştir bu hikmetli sözü.

İsterseniz yeni paylaşım konusu olarak kullanabiliriz. Sizin de yok mu aklınızda kalan buna benzer deyimler?

BÜYÜK KARDEŞ: Rahmetli anam da (nur içinde yatsın) istediği bir şey olmayınca: "Nasip ise gelir Hint’ten Yemen’den; nasip değil ise ne gelir elden" derdi.

ORTANCA KARDEŞ: Gelin ata binmiş "ya kısmet demiş".

KÜÇÜK KARDEŞ: İki örnek: Halamdan duydum ilk ve de son: “Fukaradan sakin geç, zengine dokun geç” hangi bağlamda söylediğini çıkarsayamıyorum ama nedense aklımda kalmış günümüzün dünya hayatını çok güzel tanımlıyor olduğunu düşünürüm

İkincisi: “ Anam kurnaz köfteyi ufak yapıyor, oğlu daha kurnaz ikişer ikişer götürüyor” bunu da ilk ve son kez bir tek Kürt Ummânı’dan duydum, otoriteye boyun eğmeyen genç nesli anlatmak için kullanmıştı zannediyorum.

BÜYÜK KARDEŞ: 1. Rahmetli babam bir gün eve bir sokak köpeği getirdi. "Yolda rastladım aç olduğu halinden belliydi. Eve getirmekte olduğum somundan bir parça koparıp attım. Hemen yuttu ve eve kadar peşimden geldi” deyince, benim aklıma camide hocanın: “ne iyilik edersen karşılığını alırsın” anlamında söylediği şu söz geldi: “NE VERİRSEN ELİNLE O GELİR SENİNLE"

2. Babam belindeki ağrıdan yataktan kalkamadığı günlerde, doktor çağırmak için gönderdiğimiz kişi doktoru bulamayıp dönünce babam, iyi olamayacağına hamlederek tersinden kinaye şu sözü söyledi: “İYİ OLACAK HASTANIN DOKTOR AYAĞINA GELİRMİŞ”

3. Yine babamın çok söylediği bir söz: “GÜN ÇARIĞI SIKAR, ÇARIK AYAĞI SIKAR.”

4. Aslan Ağbi’nin rahmet olasıca annesi de inanılması güç bir şeyden söz edilince bu mealde, kendi Balkan şivesiyle “Deniz yanar mı? İhtimaldir abe evladım!” derdi. (Şaban belki tanımaz: Konyalı Aslan ağbi; ben Ağzıkarahan’da öğretmenlik yaparken yanlarında kaldığım ve bana gerçekten ağbilik yapan öğretmen arkadaş. Annesi Azize teyze ve babası Zemin dayı muhterem insanlardı. Nur içinde yatsınlar. Aklıma düştüğüne göre rahmet istediler demek ki.

ORTANCA KARDEŞ: Ağzınıza sağlık. Benimde aklıma babamın o bel ağrısında beline zift yapıştırdığı geldi. Bir de kösdü toprağı sardığı. Kösdü toprağı demiştim ya. Aklıma anamın bizim eski elbiselerimizle mahalleye eşekle gelen köylülerden aldığı toprak geldi. Ve de bir türkü: “Eledim eledim höllük eledim.” Cefakâr Anadolu kadını. Bir de buna benzer; “Yarim İstanbul’u mesken mi tuttun.” Türküsü. Ne zaman duysam ağlamaklı olurum.

KÜÇÜK KARDEŞ: Al sana Memet abiyi de sardık makaraya. Anlat Memet abi ben Kösdü toprağının peşindeyim. Derdimiz olduğunda Dedeoğulların Kadir’e gider “Çarpma” yaptırırdık. Hey gidi günler ve dahi ne din laa.

ORTANCA KARDEŞ: Anam o toprağı kış ise sobanın arkasında kurutur, ısıtır. Bizlere şimdiki hazır bezler gibi belek yapardı.

BÜYÜK KARDEŞ: Köstü toprağı da ne laa? Bildiğin ince kum işte.

ORTANCA KARDEŞ: Olur mu hiç. Köstü toprağı tarlalarda olur. Kör kösdünün (köstebek) toprak altından çıkarttığı, belki de ağzının salgılarının bulaştığı şifasına inanılan toprak. Babama hastalandığında marangoz Ökkeş emmi getirmişti. (DEVAM EDECEK)



 
 
 

Yorumlar


© 2021 İstanbul - Türkiye

bottom of page