top of page

İzli-YORUM

  • Yazarın fotoğrafı: rizakati
    rizakati
  • 7 Nis 2021
  • 2 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 29 May 2021


ree

KARA DELİK ( Bir tul-i emel hikayesi)


"Genç bir adam işyerinde mesaiye kalır. Yorucu günün üzerine elindeki kahvesini içerek, fotokopi çekmek üzere fotokopi makinesinin başına gelir. Makine istediği sayfayı bir türlü çekmez ve uğraşları sonucunda üzerinde koskocaman siyah daire olan bir kağıt çıkarır. Yanlışlıkla bu siyah daire üzerine elindeki bardağı koyunca fark eder ki, bardak içeri düşüyor, elini uzatsa eli içine giriyor.

ree

Anlar ki bu bir delik. Her zemine koyup içeriye ulaşabileceği bir kara delik… Hemen odadaki çikolata makinesini fark eder ve üzerine kağıdı koyup, içeriden bir çikolata alıp yemeye başlar. Keşfi sayesinde büyük bir sevinç içerisindeyken, o anda gözü patronun kilitli odasına takılır. Hızlıca kağıdı kapıya koyarak elini içeriye uzatır ve kapıyı açar, hedef tabii ki kasa. Hemen kara deliği kasanın üzerine koyar ve elini uzatır, bir deste para çıkartır, sonra bir deste daha… Yetmez, kolunu iyice sokar içeriye, destelere yenilerini ekler ama bu da yeterli olmaz. En sonunda beline kadar kasanın içine girer. Sonra ne olur dersiniz? Aynen tahmin ettiğiniz gibi bu da yetmez tamamen içeriye girer, artık genç adam kilitli kasanın tamamen içindedir paralarla birlikte, hepsine sahip olmuştur ama kağıt yere düşer"

ree

Bu bizim hikayemiz; doyurmaya çalışıp, doyuramadığımız hırslarımızın hikayesi. Doyurmak için çalışmak özgürlüğümüze hatta canımıza mal olsa bile doyuramadığımız hırslarımızın hikayesi.

Tul-i emel, açgözlülük, tama, bitmez tükenmez hırs ve arzu demektir. Hiç ölmeyecekmiş ve sonsuza kadar yaşayacakmışız gibi maddi varlıklara bağlı olmak, hiç bir şeyle yetinememektir. Bunun zıddı olan “Kasr-ı emel, kanaat ve tok gözlülük anlamına gelir. Gözler aç olduğundan üç değil, on öğün yese de doymaz insan. Türlü ziyafetler sunulur da her gün, yine aç kalkar sofralardan gözler. Eskilerin “Gözünü toprak doyursun.” demeleri belki de bu yüzden.

ree

İmkânlar arttı, kazançlar daha da arttı ama gelir ne olursa olsun yetmez. Ne kadar çok kazanılırsa o kadar çok harcanır. Artan kazançlarla birlikte sahip olunan şeyler de arttı. Çok şeye sahip olmak mutlu edecekse neden bu denli varlığa sahipken mutluluklar azaldı? Sanki aralarında ters bir orantı var. Nitekim Benjamin Franklin “Hırs ile mutluluk, birbirlerini hiç görmezler.” demiş. Fenelon da hırsın mutsuzluk sebebi olduğunu söylemiş..


Kul himmet' e kulak verelim:


Gafil gezme şaşkın bir gün ölürsün Dünya kadar malın olsa ne fayda Söyleyen dillerin söylemez olur Bülbül gibi dilin olsa ne fayda


Bir gün seni götürürler evinden Hakkın kelamını kesme dilinden Kurtulmazsın Azrailin elinden Türlü türlü yolun olsa ne fayda


Sen söylersin söz içinde sözün var Çalarsın çırparsın oğlun kızın var Şu dünyada üç beş arşın bezin var Tüm bedesten senin olsa ne fayda


Kul Himmet Üstadım gelse otursa Hakkın kelâmını dile getirse Dünya benim deyip zapta geçirse Karun kadar malın olsa ne fayda


ree



Yorumlar


© 2021 İstanbul - Türkiye

bottom of page