Kuşların Dili Olsa
- rizakati

- 5 Eki 2021
- 2 dakikada okunur
Hepsi, insanı Allah'a ulaşmaktan engelleyen gönül hastalıkları. Ve çeşit çeşit hikayeler.

Feridüddin Attâr’ın en tanınmış mesnevisi sayılan Mantıku't-tayr, Mevlâna dahil kendinden sonraki pek çok şairi etkilemiştir. Attâr, bu eseriyle temsili bir surette ‘Vahdet-i Vücut’ (Varlık Birliği) inanışını anlatmaktadır.Attâr’ın tasavvufi düşüncesini aktaran eser, kuşların kendilerine bir padişah arayışıyla başlıyor.
İran edebiyatının efsanevi kuşlar padişahı Sîmurg'unu bilmeyen yoktur. Hükümdarsız kalan kuşlar Sîmurg'a kavuşmak için Süleyman Peygamberin sırdaşı Hüthütten yardım ister. Hüthüt bu işi tek başına yapamayacağını, bütün kuşlarla birlikte yola çıkılması gerektiğini anlatır ve yolun zorluğundan söz eder. Kuşlar bunu duyunca sırasıyla bahane sunup işin içinden sıyrılmaya çalışırlar. Hüthüt bu bahanelere öğütle karşılık vererek ikna eder onları ve bir kuş sürüsü yola çıkar. Hüthüt tekrar hatırlatır yolun zorluğunu. İstek ve Aşk vadisi'ni, Marifet (Bilgi) ve İstğna (Gönül Tokluğu) yöresini, Vahdet (Birlik) vadisini anlatır onlara. Ardından Hayret (Kendinden Geçme) vadisine ve sonunda Fena (yokluk) sarayına ulaşacaklarını bildirir. Bu yol her kuşun harcı değildir. Öyle de olur. Sadece 30 kuş ulaşır Sîmurg'a. Benliklerini dışarıda bırakıp Sîmurg'un köşküne girerler. Oysa köşkte gördükleri kendilerinden başkası değildir.
Her bölüm ayrı bir tasavvufi konu. Ölüm korkusu, nefis, dünya sevgisi, sevgiliye bağımlılık, korkaklık, cesaret vb. Hepsi, insanı Allah'a ulaşmaktan engelleyen gönül hastalıkları. Ve çeşit çeşit hikayeler. Okudukça yoğunlaşan bir kitap. Bir önceki hikayeyi anlamazsanız, bir sonraki hikaye boşlukta kalabilir.
Yazar ve çevirmen

Ebû Hâmid Ferîdüddîn Muhammed b. Ebî Bekr İbrâhîm-i Nîsâbûrî (ö. 618/1221), klasik Fars edebiyatının 12. yüzyıl sonu, 13. yüzyıl başındaki en önemli şair-düşünürlerinden biridir. İlahîname ve Tezkiret-üt Evliya gibi eserlerinin yanısıra, en tanınmış mesnevisi sayılan Mantıku'-tayr, Mevlanâ dahil kendinden sonraki pek çok büyük şairi etkilemiştir.
Horasan Selçukluları’nın son zamanlarında, büyük bir ihtimalle 537-540 (1142-1145) yılları arasında Nîşâbur’da dünyaya geldi. Eczacılık ve tıp ile meşgul olduğu için “Attâr” lakabını aldı ve bu lakapla meşhur oldu. Çocukluk ve gençlik devresi hakkında kaynakların verdiği bilgiler çok farklı ve yetersizdir. Ancak eserlerinden, gençliğinde bir taraftan attarlıkla uğraştığı, diğer taraftan da ilim tahsil ettiği, tasavvufî bilgiler edindiği ve çeşitli şeyhlere hizmet ettiği anlaşılmaktadır. Kendisi, peygamberler ve velîler hakkında birçok kitap okuduğunu ve otuz dokuz yıl müddetle tasavvufla ilgili şiir ve hikâyeleri toplamaya devam ettiğini söyler. Anne ve babasını gençliğinde kaybetmesi dışında ailesi ve yakın çevresi hakkında bir bilgi yoktur. Muḫtârnâme’sinde yer alan iki rubâîsinden, otuz iki yaşındaki bir oğlunu kaybettiği -dolayısıyla evlenmiş olduğu- anlaşılmaktadır.
Kaynakların verdiği bilgilerden ve bazı şiirlerinden anlaşıldığına göre Attâr küçük yaştan itibaren ve özellikle kendisini tasavvufa verdikten sonra birçok seyahatlerde bulundu. Irak, Şam, Mısır, Mekke, Medine, Hindistan ve Türkistan’a yaptığı bu seyahatlerden sonra Nîşâbur’a döndü ve orada inzivaya çekildi. Uzun yıllar devam eden bu inzivâ hayatı sonunda oldukça ileri bir yaşta iken Moğollar tarafından Nîşâbur’da şehid edildi.

Kitabın birden fazla çevirisi vardır. Türkçe’ye çevirenlerden birisi olan Abdülbâki Gölpınarlı (1900-1982); 20. yüzyılda ülkemizin yetiştirdiği en önemli edebiyat tarihçilerinden ve (şarkiyat) doğubilimcilerindendir. Hasan Âli Yücel’in Bakanlık Klasikleri’nden 1980’lere, dîvan, tasavvuf ve halk edebiyatımızdan ve Farsçadan yaptığı temel yapıt çevirileri ve incelemeleriyle de kültür hayatımızda unutulmaz bir iz bırakan Gölpınarlı’nın sayısız eseri arasında, Mevlâna Külliyatı, Fuzulî, Nedim ve Yunus Emre’nin dîvanları da vardır.








Yorumlar