top of page

Martin Eden - Jack London

  • Yazarın fotoğrafı: rizakati
    rizakati
  • 5 Mar 2022
  • 2 dakikada okunur

“Yoğun ve umarsız biçimde cahili oldukları çok daha büyük bir şey vardı: Hayat.” (s.295)

Herkesin bildiği “KAŞAĞI” adlı ünlü dramatik öyküden etkilenerek Ömer Seyfettin'in on kitaptan oluşan tüm hikâyelerini severek okumuş olsam da, Varlık dergisinde çıkan hikâyelerden hoşuma gidenler dışında hikâye okumaya düşkün biri değilim.

Jack London'ın Varlık Yayınlarında çıkan, kendi hayatından esinlenerek yazdığı “Ateş Yakmak” okuduğum ikinci hikâye kitabı idi ve Jack London'ı bu öykülerle sevmiş, “Vahşetin Çağrısı”, “Beyaz Diş” ve “Demir Ökçe” romanlarını okuduğum zaman Jack London hayranı olmuştum..

Şimdi bir soru: Bir kitabı farklı zamanlarda iki kez elinize alıp okumaya başladığınız, ilk elli sayfasında sıkılıp okumayı bıraktığınız ve bir zaman sonra o gün için başka kitap yokluğunda tekrar okumaya başlayıp, ileri sayfalarda lezzetine vararak bir solukta bitirdiğiniz kitap oldu mu hiç? Benim oldu. Keyfini çıkararak, hiç bitmesin dileğiyle okuduğum çok kitap var; ama iki kez okumayı bırakıp üçüncü kez elime aldığım zaman ileri sayfalarda tadına vararak yazarın anaforuna kapıldığım ve bitecek diye ödümün koptuğu tek roman derin, yoğun ve zengin içeriğiyle, Jack London’ın “Martin Eden” adlı romanı oldu.


"Martin Eden", Jack London'ın kendi hayatından esinlenerek yazdığı yarı otobiyografik bir romandır. 1900'lerin başında Oakland'da, 'yontulmamış' bir denizcinin başından geçen bir aşk serüveni olarak başlayan romanda, Ruth Morse adlı karakterin "Jack London'un ilk aşkı Mabel Applegarth" olduğunu söyleyenler vardır.


Jack London, “”Vahşetin Çağrısı”, “Beyaz Diş”, “Demir Ökçe” ve “Deniz Kurdu” ile uluslararası başarısını kanıtlayarak ünlü olunca düş kırıklığına uğradı ve Güney Pasifik'te bir deniz yolculuğuna çıktı. İki yıllık zorlu yolculuğunda, yorgunluk ve bağırsak hastalıklarıyla uğraşırken, düş kırıklıklarını, ergenlik çağında yaptığı çete kavgalarını ve yazar olarak tanınmak için verdiği mücadeleyi anlattığı “Martin Eden”i yazdı 33 yaşında.


Roman’ın baş kahramanı Martin'in yazma, başarma, yükselme hırsı, aurası sarıp sarmalar okuyucuyu. Kitabın ortalarına kadar editörlerden gelen her red mektubu, çevresindeki bir tek insanın bile "başaracağına" inanmaması, “sürekli bir hayalin peşinden koşmayıp iş bulması” gerektiğini söylemeleri üzer, kahreder onu. Daha sonra tek harf bile değişmemişken vaktiyle defalarca her dergiden red cevabı almış eserlerini başyapıt olarak selamlayanlar, daha önce yanından selam vermeden, iğrenerek geçerken şimdi yemek davetlerinde bulunanlar da aynı insanlardır. Martin ve eserleri değişmediyse, ne değişmiştir peki? İnsanların değer yargılarını yönlendiren nedir? Sürekli bu soruyu sorar kendine Martin ve bulduğunu sandığı zaman da ulaştığı yer boşluk olur, hem de en karanlığından.


Kitapta, hayat sorgulanıyor; amaçlar uğruna verilen emekler, fedakarlıklar, sevginin gücü, insanların riyakarlıkları, ün ve şöhretin getirdiği yapmacıklıklar, yitirilen hayallerden sonra hayatın yarattığı boşluk hissi irdeleniyor.


Ölmeden önce mutlaka okunması gereken kitap” listeleri vardır ya hani! Bence “Martin Eden” bu listelerin ön sıralarında olmalıdır.

 
 
 

留言


© 2021 İstanbul - Türkiye

bottom of page