top of page
  • Yazarın fotoğrafırizakati

Toprağın Sesini Dinleyin

Edebiyat Sohbetleri:

Dicle'nin Yakarışı-Diclenin Sesi I (Mehmed Uzun)

Tanzer Güller anlatıyor:



Biz nasıl zengin bir kültür yatağında oturuyormuşuz da haberimiz yokmuş.

Merhaba arkadaşlar! Hadi hep beraber gelin bir edebiyat trenine binelim ve Anadolu’nun kadim medeniyetlerinin izlerinin beşiği olan Mezopotamya’ya bir yolculuk yapalım. Bu yolculuğumuzun rehberi Mehmet Uzun. “Dicle’nin Yakarışı – Dicle’nin sesi” 1. Kitap. Yayıncı: Sel; çevirmenimiz Muhsin Kızılkaya. Muhsin Kızılkaya kitabı Kürtçe’den çevirmiş; yine o güzel Türkçesiyle harikalar yaratmış. Hemen söyleyeyim eğer edebiyattan zevk almıyorsanız, yani edebiyatı sevmiyorsanız bu trene lütfen binmeyin. Çünkü bir edebiyat sofrasına konuk olacağız ve bu bir roman değil, anı değil, biyografi değil, - her ne kadar çevirmen buna bir destan diyorsa da – bence, edebiyatın anlatı diyebileceğimiz bir türü; muhteşem bana göre.

Burada Mehmet Uzun, Mezopotamya’nın kadim kültürlerine ışık tutmuş; bize onları muhteşem tasvirleriyle olağanüstü bir güzellikte anlatmış. Benim daha önceki bir sohbetimde hatırlarsanız “edebiyat nedir?” daha doğrusu “sanat nedir?” demiştim. Sanat mutluluktur. Edebiyat da sanatın bir çeşidi olduğuna göre edebiyat da bir mutluluktur. Eğer bir kitabı okuyup da mutlu oluyorsanız o kitap güzeldir. İşte bu kitap bir edebiyat sofrasında aynı o dengbejlerin size anlattığı dengbej sofralarında Şevbuherk'lerde pişen yemeklerin tadı gibi ağzınıza unutulmaz lezzetler verecek.

Tabiî ki bu yolculukta müzik olmazsa olmaz. Dengbej Metin Barlık’ın “Seid e Min” şarkısını burada sohbete eşlik ettiriyoruz. Müzik her zaman evrenseldir. İster bu etnik müzik olsun, ister caz müziği olsun, ister Türk müziği olsun, klasik olsun, insanın ruhu hissederse o müzik güzeldir. Hakikaten de bu dengbej şarkısı bizi çok etkiliyor, hüzünlendiriyor.

Romanımız Mezopotamya’da geçiyor demiştik bu anlatımız. Burada romanımızın kahramanı roman diyorum yine dilim alışmış Bıro bir dengbej. Dengbej de Kürt kültüründe bir tür meddaha karşılık gelen gece kurulan meclislerde yani divanelerde toplanmış olan insanlara hikayeler, masallar, destanlar, türküler, rivayetler anlatan adamlara verilen isim. Burada Bıro bize, Mezopotamya’da bulunan etnik unsurların kültürünü hakikaten çok güzel bir edebi dille anlatıyor. Roman sizi alıp götürüyor. Ama çok şey var.

Mehmet Uzun, daha önceki bir sohbette bahsettiğimiz “Aşk gibi aydınlık, ölüm gibi karanlık” adlı romanında hakem olarak bütün takdir haklarını dağlar ülkesi yani Kürtler lehine kullanmış olmakla beraber son derece güzel bir edebiyat tadı vardı. Biraz taraflı davranmıştı.

Bu kitap tamamen kültürel öğelerle bezenmiş bir anlatı. Her ne kadar burada da zaman zaman kalemini yine zülfüyara, yani Osmanlıya dokundursa da kitap size çok şeyler vaat ediyor. Ben çok mutlu oldum, kitaptan etkilendim, doğrusu çok zevk aldım. Edebiyattan hoşlanıyorsanız bu kitabı heyecanla, zevkle okuyacaksınız. Hadi gelin şimdi o sofraya oturalım ve dengbejin ağzından - dengbej aynı zamanda bir söz yazarı şair- küçük bir şiiri okuyalım beraber:Vay Bıro be döktürüyorsun. Vay babo vay babo!.Helo helo, helo, Dengbej Bıro’ya kulak verelim:

Mezopotamya’yım ben; Damarlarım su ve nehir, Hayatım kavga, mevzum kan, Dilim edebi, sözüm ebedi. Her zaman bir şairin, bir vakanüvisin sözünden çok Gılgamış’ın dudaklarında bir zaman, kadim nehrin kenarında Nemrud’un zihninde, Yunus’un ruhunda, Tufan ülkesinde İbrahim’in yüreğinde. Açın yaşayan ruhların kapısını,

Açın mukaddes kitapların sayfalarını, Oradayım ben, Orada yankılanıyor sesim.

Dinleyin beni, Güneşten ve felaketlerden kavrulan toprağın sesini dinleyin. Tohumum, doğumum, açan tomurcuğum, saadetim, arzuyum, sevdayım, hepsiyim ben. Ateşim, yangınım, yıkılışım, nefretim, düşmanlığım, hepsiyim ben. Bütün köklerimde, yanık toprağın bütün derinliklerinde, Her şey benimle başlar,

Benimle söner.

Bu muhteşem şiir biraz uzun, böyle devam ediyor. Bunu burda noktalayalım. Bu muhteşem anlatı bize ne vaat ediyor? Mezopotamya’da yaşayan halkların Kürtlerin, Ermenilerin, Keldanilerin, Yahudilerin, Yakubilerin, Türkmenlerin yaşadığı savaşlara, kıyımlara, kıtlıklara tanıklık yapacak. Bu halklar, kendi köklerini ararken Yezidiliği, Süryaniliği, Nasturiliği, Hıristiyanlığı, Müslümanlığı öğrenecek. Yolculuk hazırlıkları yaparken birden, Mir Bedir Han’ın danışmanı Ermeni asıllı Mam Sefo’nun kütüphanesinde Batı’nın önemli yazar, seyyah, şair ve düşünürlerle tanışacak. Ona bu yolculuklarında, Keso dediği Anabasis’in yazarı Yunan Ksenefon, Maro dediği Roma döneminin büyük şairi Aeneis’in şairi Publius Vergilius rehberlik yapacak. Tevrat, İncil, Kur’an ve Yezidilerin son kitabı olan Mushafa Reş (Kara Kitap) Ahmed-i Hani, Melâye Cizirî, Ali Hariri, Feridüddini Attar, Sadi, Hafız, Şirazi, Fuzuli, Ömer Hayyam yanından hiç ayrılmayacaklar.. Peki Bıro bize neyi anlatıyor? Dengbej Bıro bize unutulmuşları anlatıyor. Daha doğru bir deyimle bize tarihin derinliklerinde unutulmuşların sesini aktarıyor. Peki unutulmuşlar kimlerdir: Unutulmuşlar, katliamlardan dağlara sığınan Yezidilerdir. Mezopotamya’nın kadim halkları Süryaniler, Keldanilerdir unutulmuşlar; Yahudilerdir; Kürtlerdir unutulmuşlar; Dicle havzasında yaşayan Kürtlerin miri Mir Bedirhan ve ötekilerdir. Ve ilave ediyor çevirmen Muhsin Kızılkaya: “Biz nasıl zengin bir kültür yatağında oturuyormuşuz da haberimiz yokmuş.” Evet, sizin de haberiniz olmayan, Mezopotamya’nın bu kadim kültürlerini bu kitapta edebi sofrada oturarak güzel bir yemekle öğreniyorsunuz. Kitap muhteşem; fakat yine Mehmet Uzun Kürt kimliğinin verdiği duygusallıkla zülfüyara yani Osmanlıya dokundurmadan edemiyor. Yani kalemini yine Dağlar Ülkesi yani Kürtlerden yana kullanıyor. Şöyle diyor kitabın 61. sayfasında: "Sessizliğin sesi, Osmanlı kılıcı, gözlerini kan bürümüşlerin kılıç darbeleri ve mazlumların kanından müteşekkil”. Mehmet Uzun “Aşk gibi aydınlık, ölüm gibi karanlık” kitabında da belirttiği gibi Osmanlının özellikle 19. Yüzyılda zayıflamasından ve otoriteyi kaybetmesinden doğan boşlukta bu kan dökümünün olduğunu söylüyor. Yani Osmanlı zayıfladıkça oraları karışmış, karıştırmışlar. Fakat Mehmet Uzun şunu unutmuş: Eğer Osmanlı olmasaydı. Osmanlı oralarda hüküm sürmeseydi, belki Mehmet Uzun bu kitabı yazıp kitap bu günlere, benim gibi bir cahillere ulaşamayacaktı. Osmanlı bütün etnik kültürlerin yaşamasında bence baş rolü oynamış, kültürlere dokunmamış; tabii ki bütün imparatorluklarda olduğu gibi bir takım eziyetler, cinayetler savaşlar olmuş. Ama Osmanlının hakkını teslim etmek lazım. Eğer Osmanlı olmasaydı belki de bugün Kürtler olmayacaktı. Bunu ben demiyorum. Benim gibi bir cahil bunu nerden bilecek? Ama size bu kitaptan sonra tanıtmayı düşündüğüm ünlü Yunanlı yazar Dimitri Kitsikis, “Türk – Yunan İmparatorluğu” adlı kitabında: "Eğer biz 400 senedir Osmanlı imparatorluğunun idaresinde yaşamasaydık, bugünkü Yunan kültürü olmazdı; Ben Osmanlıyım” diyor. Yunanistan Osmanlı’dan ayrılmakla büyük hata etmiştir”. Diyor. Çok çarpıcı bir cümle. “Türk – Yunan İmparatorluğu, Dimitri Kitsikis. Allah nasip ederse, çok yakın zamanda Dimitri Kitsikis’in çok çarpıcı, çok etkileyici ve çok da objektif yazılmış bu kitabını size aktarmaya çalışırım. Dolayısıyla Mehmet Uzun kitabını, bu anlatıyı, destanı yazarken takdir haklarını yine Kürtlerden yana kullanmış. Ama hakkını teslim edelim. Muuhteşem bir edebi lezzet var bu kitapta. Vay Bıro, Bıro, Bıro, Bıro! vay babo, vay babo, vay babo! Müzik acaip dokunuyor insana. Ama gerçekler hakikaten acı. Ama her zaman için ben bir hakem olarak, bir aydın adayı olarak asla faşist bir gözle bakmadan olaya objektif gözle bakıyorum. Kitap edebi lezzet açısından bir numara fakat hakem biraz taraflı davranmış. İyi okumalar diliyorum.




27 görüntüleme0 yorum

İlgili Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page